Ülkemizde henüz vizyona girip girmeyeceği belli olmayan “Once” bu senenin en büyük fenomenlerinden birisi haline gelmiş durumda. Tesadüfen tanışan iki gencin yalnızlıklarını, hüzünlerini paylaşmak adına büyük bir coşkuyla birbirlerine ve müziğe sarılmalarını anlatan film daha şimdiden pek çok kişi için son yılların en etkileyici aşk öyküsü ve en iyi müzikali oldu bile.
Dublin sokaklarında gitarıyla aşk acısını haykıran isimsiz bir sokak çalgıcısı ve Çek göçmeni bir kızın tesadüfi karşılaşması ile son yılların en etkileyici müzikallerinden birisi de başlamış oluyor.
İrlanda kökenli yönetmen John Carney’nin yazdığı ve yönettiği “Once” (2006) Temmuz 2006’da Galway Film Festivali’nde gösterildiği sırada belki büyük bir ilgi görmedi ancak katıldığı pek çok ufak festivalin ardından bağımsızların kalesi Sundance Film Festivali’nde aldığı seyirci ödülüyle birlikte geniş kitlelere ismini duyurdu.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Amerika’da vizyon gören film şu anda Amerikan eleştirmenlerinin 2007 yılında en yüksek puan verdikleri filmler arasında 3. sırada yer alıyor.
Peki nedir “Once”ı bu kadar özel yapan? Her şeyden önce ‘samimiyet’i ön planda tutmak gerekiyor. Tamamen amatör iki oyuncunun (Glen Hansard ve Marketa Irglova) canlandırdığı isimlerini bile bilmediğimiz iki karaktere odaklı yürüyen filmde, oyuncuların performansları sinema perdesinde çok da sık göremediğimiz doğallık ve samimiyeti aynen yansıtıyor.
Bunun yanında John Carney’nin tamamıyla doğal ışıklarla ve gerçek mekanlarda (hatta bazen mekanlarda bulunan diğer insanlara haber vermeden) yaptığı çekimler de filmin değerini bir kat daha artırıyor. Hiçbir şekilde yapay atraksiyonlara yer vermeyen kamera çoğunlukla herhangi bir estetik kaygı olmadan oyuncuları takip etmekten başka bir şey yapmıyor. Bu şekilde de seyircinin bu iki isimsiz kahramanın yaşadıklarına daha da kolay odaklanmasını sağlıyor.
“Once”ın müzikal yönü de onun değerini artıran bir özellik sunuyor bize. Müzikal türünün yapısının sinema seyircisi üzerinde iyice yabancılaşma sağladığı günümüzde, özellikle 2000’li yıllarda “Kırmızı Değirmen” (Moulin Rouge!, 2001) gibi bu yabancılaştırmayı bilinçli olarak kullanan ya da “Karanlıkta Dans” (Dancer in the Dark , 2000), ve “Chicago” (2002) gibi bu olguyu senaryosuna belirli bir mantık çerçevesinde ekleyen filmler dışında maalesef dişe dokunur bir müzikal görme fırsatına erişemiyoruz.
Evet türün artık biraz daha rağbet gördüğü ve yapımcıların bu konuda artık daha cesur olduğu söylenebilir; ancak çoğunlukla cafcaflı setler ve görkemli sekanslara odaklanılan filmlerin, müzikal türünün bizi taşıması gerektirdiği hayal dünyasına ne kadar götürebildiği tartışılır.
Bu aşamada “Once” biçimdeki doğallığını içeriğe ve müziklerini sunuş şekline de yansıtarak tonlarca para akıtılarak yapılan şaşaalı müzikallerin bir adım önüne geçiyor.
Filmde yer alan ve altlarında iki başrol oyuncusunun imzalarının yer aldığı şarkılar, öykünün gidişatı ve karakterlerin gelişmesini de ön planda tutarak hiçbir yabancılaştırma sağlamayacak şekilde sunuluyor.
Şarkılar kah bir piyano dükkanında söyleniyor, kah sokakta gitar tıngırdatılarak. Elbette zaman zaman absürdlüğe varan birkaç kullanım görüyoruz, ancak bu kullanımlar seyirciyi filmden uzaklaştırmaktan çok karakterlere ve olaylara daha da yakınlaşmasına sebep oluyor ve filme çok daha sıcak bir hava katıyor.
Sonuç olarak “Once” elindeki her türlü kısıtlı imkanla birlikte seyirciyi ‘birbirine iyi gelen’ bu iki insanın sıcak öyküsüne çekmeyi başarıyor. Normal senaryo yapılarında yer alan iç ve dış çatışma tercihlerine kendi üslubunca yer veriyor, öyküleme ve karakter gelişimi konusunda kendisini zora sokmadan derine inmeyi başarıyor.
Ve bu şekilde doğallıktan da taviz vermemiş oluyor. Üstüne üstlük sözlerin yetersiz kaldığı yerlerde karakterlerine söylettiği şarkılarla da kulağımızın pasını silerken son yılların en etkileyici müzikallerinden birisi oluveriyor.
Oscar’a Doğru durum raporu:
Amerika’da Mayıs ayında vizyona girmiş olması ve elbette aşırı derecede küçük bir film olması elbette “Once”ın Oscar yarışında büyük oynamasına engel teşkil ediyor. Ancak bu senenin sonuna doğru eleştirmenler teker teker ilk 10 listelerini yayınlama başladıklarında filmi baya sık duymaya başlayacağımıza kesin gözüyle bakabiliriz.
Ayrıca “Independent Spirits” ve “Gotham” gibi bağımsız filmlere odaklı ödül organizasyonlarında da “Once” ekibinin ödüllerle dönmesi çok büyük olasılık.
Eğer filmi dağıtımcısı Fox Searchlight işin reklam ve pazarlama kısmını iyi yürütebilirse (ki şimdiden ödül sezonu için hazırlıklara başlandığı hatta tanıtım DVD’lerini dağıtılmaya başlandığı söyleniyor) Müzikal / Komedi’de ‘en iyi film’ dalında Altın Küre adayı olmaması için hiçbir sebep yok. Ancak ne var ki gerek teknik özellikler, gerek oyuncular açısından baktığımızda filmin sektörde çalışanlara hizmet etmesi zor gözüküyor. Ancak yine de şu konuda bir açık kapı bırakmak gerekiyor.
Akademi üyesi olan senaristlerin genellikle eleştirmen cephesinde olumlu karşılanmış kaliteli küçük filmleri sahiplendiklerini düşünürsek “Once”ın ‘orijinal senaryo’ dalında bir adaylık kapması mümkün olabilir. Elbette işin müzik kısmından da bahsetmek gerek. Film ‘en iyi şarkı’ dalında 5 adaylığı da birden kapacak kadar kaliteli parçalara sahip. Filmin başrolünde yer alan Marketa Irglova ve İrlanda’da oldukça ünlü “The Frames” adlı grubun üyesi Glen Hansard’ın imzasını taşıyan parçalardan özellikle “Falling Slowly” bu kategoriye göz kırpıyor.Ülkemizde henüz vizyona girip girmeyeceği belli olmayan “Once” bu senenin en büyük fenomenlerinden birisi haline gelmiş durumda. Tesadüfen tanışan iki gencin yalnızlıklarını, hüzünlerini paylaşmak adına büyük bir coşkuyla birbirlerine ve müziğe sarılmalarını anlatan film daha şimdiden pek çok kişi için son yılların en etkileyici aşk öyküsü ve en iyi müzikali oldu bile.
Falling Slowly (en iyi şarkı oscarlı)
http://www.youtube.com/watch?v=CoSL_qayMCcIf You Want Me
http://www.youtube.com/watch?v=fgCslihD8is&feature=related