Kemiklerini birbirine bağlayan eklemlerin işleyişi mükemmel
İçinden akan koyu kırmızısı enfes
Bunları ellemem lazım
Bunları tatmam lazım.
Tenini örten incecik günahlara girmek için,
Doyana kadar koklamak yokluğunu.
Sormak isterdim el âleme nedensizliğini,
Cevabını bile bile ölmek isterdim sesini işittim.
İki kaşının arasından çatallaşan mavi damarların gittiği yere
Gitmek ne hoş,
Ellerinin değdiği narin noktaları
Tatmak ne hoş,
Olurdu.
Senin ateşin ısıttı ve birazda yaktı bedenimi
Aramızdaki cam bölgeyi eritemedi ne olursa olsun sıcaklığı.
Parlak bir zemin gibi kaydı terin kulağından başlayarak
Oraya gitmek ne hoş,
Onu tatmak ne hoş,
Olurdu.
Mekanik bir saat gibi işliyor hareketlerin kusursuz
Teklemek yokmuş her sonrakinin devamını beklerken
Hiç sıkılmaz izlerken gözlerime bir şölen
Kaslarındaki gerginlikte müzik var gibi
Onları duymak ne hoş,
Onları bestelemek ne hoş,
Onlara dokunmak ne hoş,
Onları öpmek ve dudaklarımı üzerinde gezdirip sıcaklara inmek ne kadar da hoş,
Olurdu bir bilsen.
Bunları yapamamak be büyük işkence bir bilsen,
Ellerim oralara yasakmış gibi kirli
İki dudağının arasında kabulüm ve istediğim
Yeni çıkan kökleri bile ezberledim gibi,
İzin versen?
Ne güzel olurdu bir bilsen.
Katı saçlarına daldırsam ellerimi
Oradan kaygan alnına insem
Kaşlarına biraz az vakit ayırsam küser mi?
Gözlerine telaşla giderken, parlasalar
Burnunda aksam aşağıya dudaklarına doğru
Ve kalsam orda en fazla,
İşte böyle mükemmeldi işleyişi mekanik bir makine gibi.
Teklemez, durmaz beni götürsün oraya.
Omuzlarında tepinsem onlar için bir sorun olmaz
Güçlü kolların beni de kaldırır ve istediğimi alır.
Koltuk altın.
Dirseklerin,
Büyük ellerin.
Göğsünde gezsin dilim.
Yavaşça inerken tatsın her teninde zerresini
Doymaz yine bu sadece bir anlık
Bunu tekrar etmek lazım,
Ve oraları anlatamayacağım
Sevişsem seninle saatlerce
Yataktan çıkmadan dolaşsak evrenin ücralarını
Anlatsan bana orada her şeyi
Durdurup öpsem yeniden dudaklarını
Yeniden başlasak
Ve sevişsek, sevişsek,
Hissetsem senin maddi varlığını
Şimdilik bu bile yeter bana.
İmkânsızlık bunları yazdırttı işte,
Aşk böyle yaptı beni
Bana böyle bir işkenceyi yaşattın
Yaşatmasan ne hoş olurdu.
Emre Doğan
...
Bu sana son mektubummuş gibi hislidir.
Merhaba beni sana getiren uzun gri yollar
Ve merhaba hüznümü dağıtan dalgalı saçlarındaki papatya…
O sıcacık günlerin getirip kucağımıza bıraktığı öksüz anılara kim bakacak?
Hangi köşe kabul edecek onları ve sarılacak biz gibi.
Yorganda üşüyen ben gibi…
Hiç üşümeyen sen gibi…
Sen sanki isteyerek mi gidiyorsun,
Yoksa içinden senide kemiren kurtlar yüzeye çıktı mı?
Neden geç kaldılar.
Neden.
Gitmeseydin bende gitmezdim.
Mavi duvarlar.
Kokunun sindiği loş sokaklar.
Ve beni mutlu ettiğin her an için
Gitmek üzüyor her atomu.
Bu yollar neden bu kadar hisli?
Bana bir şey mi anlatmak istiyor dilsiz kaldırımların pası.
Beni nereye götürüyorsun yollar.
Beni neyden kopardığının farkında mısın?
Bunu nasıl yaparsın bana gaddar bir hain bir kötü bir fırsatçı ve zalim misin?
Yorgunluktan hepsi.
Seni düşünmenin ve sensizliği düşünmenin yorgunluğu bu yorgunluk…
Emre Doğan
...
Birer birer hepsinin yüzünü hatırlıyorum.
Yaprakları ağızlarının kenarından sarkarken henüz bahar gelmemişti.
Bu yolların kökünün nereye vardığını hissettim.
Bu doğru değildi.
Bu ayrılığın doğru olması imkansızdı.
Soldunuz teker teker yaprakların ve sen.
Düştünüz çıtırdayarak kurumuş sonbaharın çizgisine.
Bu çizgi ki sınırdır acı ile hüznün,
Aynalar ile gerçeklerin,
Sen ve ben arasında…
Vazgeç sonbahardan, geç bu tarafa.
Bu taraftır seni bekleyen ve özleyen sonsuzca.
Onlar gerçekleri değil yüzeydekilerin temsiliydi.
Bense içlere akan bir nehrin en mavisiyim.
Sen orda kalmaya kararlıydın.
Güneşi ellerimle yüzünden sildim ve sarıldık karanlıklar karası bir gecede.
Bunun böyle olması gerektiğini söyledin ama kara toprak bile kaydı aramızdan.
Vedalaşırken bir daha hiç görmeyecek gibi sarsaydık birbirimizi.
Buna senden daha fazla ihtiyacım vardı.
Ellerim başkasını tutuyor bunu kimse bilmesin.
Kimse ellerimin gerçek sahibini bilmesin.
Gözlerim seni aradı giderken bulutlara
Uzaklaşmaya senden bu kadar yabancıyken can çekişir damarımdaki kan.
Ölüm vedamızda sarılsaydık keşke ölesiye.
Ve ben işte tam bu yüzden eksik kaldım.
Senden.
Toprak kokundan.
Ve her gülüşünde içime akan güneşinden…
Eksik kaldım.
Emre Doğan
...
Sen hayata doymuşsun.
Neden bu kadar yorgunsun sevgili?
Bazen bir aç gibi hedefine ulaşırken,
Hırstan parlamalı gözlerin.
Sen hüznün batağına gömülmüşsün.
Neden bu kadar durgunsun sevgili?
Bazen bir anne gibi zorlukla boğuşurken,
Sevgiden usanmamalı kalbin.
Söyle, puslu gözlerinde hangi fırtınlar kopuyor?
Kollarını kaldırmaya mecalin yokmuş gibi,
İçinde “ben” olan rüyaların uyanmadı mı daha?
Söyle sevgili, seni kim üzdü?
Sen sanki küsmüşsün gibi,
Neden bu kadar kırgınsın sevgili?
Bazen bir çocuk gibi olmayacağını bile bile,
Ağlamalısın hayallerin için.
Ağlamalısın sevgili,
Söyle seni kim üzdü?
Bilmeliyim hepsini
Senin haritanı çizmeliyim ben.
Tozlu yollardan geçerken bakarız belki,
Söyle yoksa sen kayıp mı oldun sevgili?
Emre Doğan
....
Şşşşt bunlar çok gizli.
Bak;
http://www.antoloji.com/emre-dogan-1/